…Ama mutlu oldu biliyorum. Mutlu bir kadın oldu çünkü sevmeyi bildi. Aşk karşısında hiç geri adım atmadı. Bunu hala yinelemeyi sürdürüyor: sevmek gerekir, sevme cesaretini göstermek gerekir.
Yokluğuna, yalanlarına, şiddetine karşın babamı sevdi. İlk kocasını, ablam Filiz’in babasını da çok sevmişti. Yakışıklı, çok yakışıklı; Clark Gable bıyıklı, bakışları canlı biriydi. Onu sonsuz bir sevgiyle sevdi ve aşkı için evlendi. Sonra aşk uçtu gitti. Birkaç yıl önce o öldüğünde bana şöyle dedi: “Bugün benim için çok hüzünlü bir gün. İlk kocam öldü, bir parçam sonsuza dek yok oldu.”
“Ama anne sen ondan boşanmıştın, o sana ihanet etmişti. Hem sonra babamla evlendin. Onu hala sevdiğine inandırmak mı istiyorsun beni?”
Bana hayretle baktı ve neredeyse hayal kırıklığı ile yanıtladı: “Ama nasıl olur, bir film yönetmenisin, aşkı anlatıyorsun ve şimdi insanın aynı anda iki kişiyi sevebilmesine şaşırıyorsun. Aşk ömürlüktür.”
Annem hakkında bilmediğim ne çok şey var…
– – – – – – – – – – – – – – – – – – – –
…Kadına her şeyden daha çok “kendi” İstanbul’unu anlatıyor. Lüks oteller ve alışveriş merkezleri yapmak için parkları ve tarihi yapıları yok etmeye çalışanlardan; baskıcı bir zihniyetle din ya da başka şeyler adına başkalarının hayatına müdahale edenlerin, kişisel özgürlüklere, tercihlere karışanların yarattıkları korkudan; gençlerin direnme arzusundan, onların, duvara renkli bir grafiti çizerek bile olsa sergiledikleri protestolardan söz ediyor. Ona terk edilmiş bir elektrik santralinin artık sanat merkezi olduğunu söylerken gözleri ışıldıyor.
Anna, şu ana dek tanıdığı, kendine anlatılan İstanbul’un bu olmadığını fark ediyor.
“Bir askerin adını taşıyorsun Murat,” diyerek onun sözünü kesiyor kadın. Ne ilgisi var şimdi. Hiç. Zaten artık hayatında mantıklı hiçbir şey yok; sadece bunu söylemek geliyor içinden, o kadar. Gioacchino Murat; cesur general: işte dedesinin anlattığı öykülerden biri daha. Günün birinde ona bir tarih kitabından Murat’ın gençlik resmini göstermişti: gururlu, sırma kordonlarla ve madalyalarla bezenmiş kırmızı-beyaz ceketli, neredeyse omuzlarına dökülen siyah bukleli saçlı.
“Bir Fransız askeriydi, sonra general oldu; Napoleon Bonaparte’ın kız kardeşiyle evlendi ve Napoli kralı oldu. Hiç duymamış mıydın? Gioacchino Murat.”
Kendi siyah bukleleri de dağınık ve asi olan genç gülüyor: “Duymamıştım. Murat bizde de çok yaygın bir addır, bir sultanın, daha doğrusu Osmanlı hanedanından bazı sultanların da adıdır. Sizin Fransızlarla hiç ilgisi yok.”
“Dedem bana ne anlatırdı biliyor musun? Tehlikeyi o denli küçümsermiş ki, kanlı bir çarpışmadan sonra bir başka general şu açıklamada bulunmuş: ‘Murat biraz daha az cesur, biraz daha sağduyulu olsa keşke.’ Ve tutsak edilip Calabria’da kurşuna dizileceği zaman son sözleri şunlar olmuş: ‘Yüzümü zedelemeyin, yüreğimden vurun; ateş!'”
Dedesi. Ona çiçeklerin, maceraperest kadınların ama aynı zamanda savaşların ve cesaretin öykülerini anlatırdı…
-Ferzan Özpetek