*Ruhi Mücerret*

Ruhi-Mucerret_160894_1
“100 yaş bunalımı nedir bilir misiniz?
Ergenlik sorunlarına benzemez. Hoplayıp zıplayarak yatıştırılamaz.
30 yaş depresyonundan tamamen farklıdır. Muğlak bir iltifatla [“Kilo mu verdin?”] dağılmaz.
Orta yaş kriziyle karıştırılmamalıdır. ‘İkinci bahar’ tesellilerinden yoksundur.
Zaman daima aleyhimize işler. Fakat benim yaşımdaysanız, her nefes bir muharebe tadı verir. Gençlerin tabiriyle ‘uzatmaları oynuyorum’: Azrail’in penaltılarından kaçını daha kurtarabilirim?
Yine de, geleceği değiştirmeye çalışmam. Onun şimdiki halini seviyorum. “
_____________________________________________________
“Bendeniz, Ruhi Mücerret. Yaşayan son İstiklal Harbi gazisiyim. Tarihin dikiz aynasındaki canlı tek siluet. Tam 100 yaşındayım. Yani, elinizdeki kitap bitmeden kozalak mahallesine taşınmış olacağım. Ve mezar taşıma “Sizi ayakta karşılayamadığım için özür dilerim” yazdıracağım.”
_____________________________________________________
“Şu sıra biraz kafam karışık Civan. Elinde gül buketiyle genelevin bahçesinde dikilen köylü gibiyim.”
_____________________________________________________
“Öldüğüm günden sonraki güne ışınlanmış gibiyim.
İçinde yaşadığı ormandan daha yaşlı bir fil gibi.
Gittiğim şehirlerde beni valiler, kaymakamlar, belediye başkanları karşılıyor. “Ruhi Bey ” diyorlar “maşallah turp gibisin. En fazla 60 gösteriyorsun. Gençsin daha, sen hepimizi gömersin.”
[Yaşlanmanın bir iyi tarafı da haşerelerden asla rahatsız olmamaktır.]
Ben de onların bu pembe yalanına mukabil, şaka yollu “Hayatın en zor kısmı ilk 100 yıldır” diyorum.
Gelgelelim, artık kimseleri gömmek istemiyorum. Mezarlıklara dolu gidip boş dönmekten yıldım. Benden sonra doğmuş insanların benden önce ölmelerine alışamıyorum.
Karım Naciye ki aramızda 1 yaş var, 25 sene evvel vefat etti. Bir gece uyandım ki karıcığım gitmiş, yerine bir ceset gelmiş.
Büyük oğlum Recep’i, kızım Cevriye’yi ahirete kendi ellerimle uğurladım.
En son küçük oğlum Mecit’i kaybettim. Bebeğim daha 73’ündeydi!..
Şöyle oluyor: Hep beraber babamı gömüyoruz, sonra annemi, sonra ablalarımı, sonra kardeşlerimi, sonra bacılarımı, sonra karımı, sonra büyük oğlumu, sonra kızımı, sonra küçük oğlumu… Ailemin fertleri tek tek kara toprağa girerek eksiliyor. Ben satranç tahtasındaki boyu devrilesi şah misali orada öylece dikiliyorum. Cenaze namazı kılmak sanki bana farz-ı ayın. Cesetlerle dolu, yanan bir uçağın pilotu gibiyim.
Mecit’in cenazesinde herkes, gelinim, torunlarım, torunlarımın çocukları, torunlarımın torunları suratıma şaşkın ve küskün bir ifadeyle bakıyorlar. İçlerinden “Bizi de mi gömeceksin, sen ne biçim adamsın?” diyorlar herhalde. Haklılar. Mahcubum…”
_____________________________________________________
“Tamam, ölenle ölünmüyor. Lakin yaşayanla da yaşanılmıyor. Ben hayattayım diye, evlatlarım bana eşlik etmiyor.
_____________________________________________________
-Sana ömür boyu işine yarayacak bir nasihat vereyim mi?
-Buyurun lütfen.
-Senden bekleneni, sana emredileni ya da seni kurtaracak olanı değil;
kalbinin derinliklerinde tasdikleneni yap.iyiliği içselleştir.
Bir an “Bu bilmediğim bir şey değil ki?” der gibi baktı.
Gerzekler, öğütleri özümseyemez. İzahın izahına ihtiyaç duyarlar.
Boş kafasını sallayarak onayladı: “Peki efendim.”
Feyizlenmiş taklidi yapıyordu.
Ta ki ben ” İyi bir insan olursan,
psikolojik savaşları asla kaybetmezsin” deyinceye kadar.
Gözlerinde ışıklar kımıldadı: “A! Anladım.”
_____________________________________________________
-Murat Menteş, Ruhi Mücerret…